Perşembe, Temmuz 29, 2010

bugün, yağmur...

İlk damlalar kocaman ve nedense beyazdı. Kafamı gökyüzüne kaldırıp baktım, bulutlar o kadar da tehdit edici görünmüyordu. Şemsiyem yoktu. Birazcık yağar, geçer dedim. Yaz yağmuru.. . İngiliz Konsolosluğu’nun karşısındaki ışıklara yürüdüm. Yayalara kırmızı ışık henüz yanmıştı, vızır vızır geçiyordu arabalar. Şimdiye dek orada çok durdum biliyorum, yeşil tam 90 saniye sonra yanacaktı.

Beklemeye başladım.

10. saniye: Yağmur hızını arttırdı. Omuzlarım hafiften ıslanıyor.
20. saniye: Yine kafamı kaldırdım, bulutlar hızla birleşiyor.
30. saniye: Sırılsıklam oldum. Yeşil yanınca sığınabilecek bir yer kestirmeye çalışıyorum. Nafile, her yer açık, saçak yok, dımdızlak ortasındayım yolun.
45. saniye: Üzerime kova kova su boşaltılıyor sanki. Muson yağmuru gibi müthiş bir basınçla yağıyor. Yapacak bir şey bulamayınca, ellerimi çaresiz, ceplerime soktum. Sırılsıklamım ve geriye dönüş yok artık.
60. saniye: Arkamda bekleyen yaşlı adam, gök gürültüsü gibi bir sesle “Amaaaaan” diye bağırdı. Bir histeri krizi geçiriyormuşçasına gülmeye başladı sonra. Ben de kendi halime gülüyorum. Ama sessizce.
70. saniye: Adam gülüyor…
80. saniye: Adam gülüyor…
90. saniye: Yeşil yandı. Adam gülüyor. Ben ok gibi fırladım karşıya doğru. Adam yerinde kaldı.

Caddenin karşısından dönüp baktım. Adam gülmeye, yağmur olanca hızıyla yağmaya devam ediyordu. Damlalar nedense kocamandı.

Salı, Temmuz 27, 2010

mahalleden notlar

Mahallede, küçücük bir dükkânı olan yaşlı bir adam var. Dükkânında simitler, poğaçalar, bazen de birtakım ufak kurabiyeler pişiriyor. Sabahları satabildiği kadarını satıyor, öğleden sonra da kalanları sepetine doldurup sokaklarda dolaşmaya başlıyor.

Dolaşırken, sadece,

-Ben geldim, gidiyorum!

diye bağırıyor. Başka da hiçbir şey söylemiyor. Sesini tanıyanlar, ellerinde bozuk paralarla uzanıyor pencere ve balkonlardan. Onları görünce duruyor, sepetini karıştırmaya başlıyor.