Perşembe, Haziran 24, 2010

rüküş beyoğlu


Yağmur günlerdir aralıksız yağıyor ama kış çoktan bitti. Yeni mahallemde kadınlar kapının önüne sandalye atıp dedikodu yapıyorlar; halıları zaten iki hafta önce yıkayıp kaldırmışlardı. Talimhane otelleri Arap turistlerle dolu; bizim ofisin civarı Dubai’nin yazlığına döndü. Serdar Ortaç’ın “yaza damga vuracak” albümü de çıktı ki böylece artık kış üzerine söylenecek hiçbir söz kalmadı demektir.

Ama birisinin bunu Beyoğlu Belediye Başkanı’na da anlatması lazım. İstiklâl Caddesi yeni yıl karşıladığı süslerle yaza da girdi. Giysiler o berbat Haziran nemiyle vücuda yapışırken, kafamızı kaldırdığımızda ışıl ışıl kardan adamlar, noel babalar, kar taneleri görüyoruz.

Caddenin üzerinden akıp giden elektrik selinin üzerinde tek tük bir iki yıldız da göze çarpıyor. Ama dikkatle bakmamız lazım. Çünkü İstiklâl Caddesi trafiğe kapanırken, herhalde gökyüzünü de kapsama aldı belediye yetkilileri.

Gündüzleri bir başka komik. Işıklandırılmayınca dikenli tele dönen süsler sapsarı İstanbul aydınlığına tezat, gökyüzüne sınır çiziyor. Şunu mu demek istiyorlar acaba: "Buraya kadar bakabilirsiniz! Hem kafanızı niye kaldıracaksınız ki, o kadar dükkân boşuna mı duruyor."

Beyoğlu Belediyesi geçen senenin süslemesini yazdan aşırıp 2011’e kadar getirebilirse, Başkan Ahmet Misbah Demircan’a Üstün Tasarruf Madalyası verilmesini teklif ediyorum. Çoktan hak ettiği rüküşlük madalyasının yanına takabilir.

Pazartesi, Haziran 14, 2010

duvar yanında uyuyanlar



İsrailli yazar Etgar Keret’le Mavi Marmara olayından sonra tanıştım. Bu güne kadar ıskalamam hataymış, ama sonuçta zararın neresinden dönülürse kârdır. Beni ona götüren Haaretz’deki akıllara zarar yazısıydı. Gazete, İsrail’deki kitap haftası vesilesiyle Keret’e bir günlük muhabirlik önermişti. Muhabirliği tam da yardım filosuna saldırısına denk gelince, yazar da sırayla bir sürü yetkiliyi aramış, alamadığı cevapları (beri yandan da aldığı sürreel teklifleri) oturup yazıya dökmüştü. (Şurada Türkçe tercümesi de var.) Şimdilik mailleştik (geçen haftaki İsrail dosyası için); bir fırsat bulursam röportaja da sıra gelecek.

Bir günlük muhabirliği iyiydi; ama yazarlığı daha da iyi. Yabancı yazındaki genç yetenekleri (bu arada Joyce Carol Oates gibi yaşını başını almış yazarları da) ardı ardına basan Siren Yayınları, onun Gazze Blues’unu geçen yıl yayımladı. Bu vesileyle ben de okumuş oldum. Kitap Keret ve Filistin’li yazar Samir El-Youssef’in ortak projesi; içinde ikisinin de çok parlak öyküleri var(El Youssef’inki tek bir uzun öykü aslında; ‘Canavarın Susadığı Gün’)

Keret’i okumaya devam edeceğim. Öteden beri bayıldığım William Saroyan’la, onu da Avi Pardo çevirdiğinden midir bilmem John Fante arası bir sesi, hiç takılmadan ilerleyen delifişek bir ritmi var.

Tadımlık bir cümlesini de not edeyim aşağıya; Kissinger’ı Özlemek öyküsünden geliyor:

“İki tür insan vardır, duvar yanında uyuyanlar ve onları yataktan aşağı iten birinin yanında uyuyanlar.”

Pazar, Haziran 13, 2010

ayakta yazmak


Büyük yazarlar nasıl yazardı? Nedense hiç unutmam, Victor Hugo'nun ayakta yazdığı söylenir. İşte orada, yüksek yazı sehpasının başında, koca Hugo, arada bir sakalını karıştırarak yazıp duruyor saatlerce.

Belki de adamda kuyruk sokumu ağrısı vardı. Ancak aklıma geldi.

Cuma, Haziran 11, 2010

afacan

Dilek Pastanesi’nde yağmurlu bir akşam… Bizi yönlendiren garsona soruyoruz:

- Bahçeniz ne durumda?
- Yazdan kalma bir akşam yaşıyoruz.
- !! Sıcak mı yani?
- Valla ben esprilerimle ısıtmaya çalışıyorum…

Alkışlarımız afacan garsona…