Pazar, Mayıs 30, 2010

Cumartesi, Mayıs 08, 2010

evrendeki en dehşetli şey


Playboy, zamanında Stanley Kubrick’e şöyle sormuş: Hayatın bir amacı yoksa, yine de yaşamaya değer mi?

Evet, fani olmakla bir şekilde başa çıkanlarımız için yaşamaya değer. Hayatın böylesi anlamsızlığı, insanı kendi anlamını yaratmaya zorluyor. Çocuklar hayata kirlenmemiş bir merak duygusuyla, yaprağın yeşil olması denli basit bir şeyden bile büyük keyif alma kabiliyetiyle başlıyor. Ama büyüdükçe, ölüm ve çürüme onların bilincine sızıp yaşama sevinçlerini, idealizmlerini ve ölümsüzlük varsayımlarını aşındırmaya başlıyor. Bir çocuk olgunlaştıkça, baktığı her yerde ölümü ve acıyı görüyor ve insanın nihai iyiliğine inancını yitirmeye başlıyor. Ama birazcık güçlüyse –ve de şanslıysa- ruhun bu alacakaranlığından çıkıp hayatın ateşine uyanabilir. Hem hayatın anlamsızlığı yüzünden hem de ona rağmen, taptaze bir amacı ve yemini ortaya çıkartabilir. Doğduğu andaki o saf merakı belki yeniden yakalayamaz ama daha da dayanıklı ve besleyici bir şeyleri şekillendirebilir. Evren hakkındaki en dehşet verici şey onun düşman değil aldırışsız olmasıdır. Ama bu aldırışsızlık haliyle uzlaşmayı becerir ve ölümün sınırları dahilinde yaşamın meydan okumalarını kabul edersek –insan bunları yapmak için ne denli kararsız olsa da- bir canlı türü olarak varlığımız gerçek bir anlama ve doyuma ulaşabilir. Karanlık uçsuz bucaksızsa da, kendi ışığımızı yakmalıyız.

1968'den bu röportajın tamamı şurada.

Çarşamba, Mayıs 05, 2010

bu sakalı kırkarım...


Osmanlı'nın kökenlerine indiği "Between Two Worlds"le tanıyorduk, geçen sene Metis'ten "Kim Var İmiş Biz Burada Yoğ İken" ile çıkageldi. Nisan'da da yeni güzel dergi bir+bir'de boy gösterdi (Karacaoğlan Experience, Yücel Göktürk ve Ulaş Özdemir'in söyleşisi). Harvard'dan Cemal Kafadar'ın ağzından harbiden bal damlıyor, damladıkça kafa açıyor.

(...) Karacaoğlan büyük pîr. Böyle birkaç kişinin yüzlerce yıldır, milyonlarca insan için önemli olması müthiş bir şey. Yunus'tan beri gürül gürül akan bir Anadolu Türkçesi var. Yunus, Kaygusuz Abdal, Karacaoğlan bu üçü çok büyük geliyor bana. Kaygusuz'u Ceza gibi birinin hiphop yapıp tanıtmasını isterim yeni kuşaklara. Kaygusuz hiphop gelmiş, hiphop gitmiş.

(...) "Kaygusuz Abdal menem / Fartı furtu bilmenem / Bir tüyünü koymanam / Bu sakalı kırkarım..." Hiphopa çok benzeyen sesini daha çok bunlarda görüyorum.

(...) Kaygusuz'la Abdal Musa'nın geyik hikâyesinin çevreci bir açıdan ele alınması mümkün, ki ben de öyle okumaktan yanayım. Bunu anakronistik olarak görmüyorum, o hikâyenin acayip güzel bir çevreci filmi olmaz mı?

(...) Karacaoğlan, aşkı, insani birlikteliği, tenselliği tecrübe eden, sonra onu şiirine, sanatına döken ve o tecrübeyi daha iyi anlamamızı sağlayan bir insan. Bu bakımdan Karacaoğlan'ın Jimi Hendrix'e benzetiyorum, aynı frekanstalar. Jimi Hendrix'in "Are You Experienced"ını hatırlayın. Karacaoğlan da tecrübe olarak yaşıyor.

Röportajın devamı Mayıs sayısında imiş...

resimdeki de google images'ın dediğine göre karacaoğlan efendim...